ISLAND OF MARMARA
Bu bayram evde durmaya hiç niyetim yok, çantamı kaptığım gibi Tekirdağ yollarına düştüm bile..
Çekmeköy'den Tekirdağ'a ulaşmak hiç de öyle kolay olmadı nasıl bir trafik var anlatamam size..
Sıcak bir yandan beni boğarken gıdım gıdım ilerleyen bir yol içerisindeyim..
Nihayet biraz kestirme yolları keşfedip araçlı ada feribot da kendimi buluyorum..
Güneş pırıl pırıl sabahın esenliği seri serin yüzüme vuruyor..
Yolcuların kimisi ayakta kimisi de ''minderlerde uyumak yasaktır'' yazan tabela önünde boylu boyunca uzanıyor.
Kimi insanlarsa bir bardak sıcak çay içebilmek adına sıra bekliyor, hayat böyle bir galeyan şeklinde gidip geliyor feribot içinde..
Kaptan ve mürettebat ortalarda yok, çay ocağı bomboş terkedilmiş gibi..
Nihayet çay demlendi ve ben kendime nefis bir tost ve çay söyledim söylemesine ama, ekmekte pek bir bayat kardeşim..
Canım sıkıldı kendimi güverteye attım..
Elimde İlber Ortay'lının ''İnsan geleceğini nasıl kurar?'' kitabı var ..
Biraz okumaya başlıyorum konulara kendimi vermeye çabalıyorum fakat; çevremde devamlı hareket halinde olan insan gruhu dikkatimi dağıtıyor.
Sonuç olarak hem çay içme hem de kitap okuma sevdamız kursağımda kalıyor..
Doğru zaman da doğru yerde olmak önemli;
Ne fazla serin ne fazla sıcak her şey dengede güzel..
Rüzgarın esintisi, kalbimin çarpıntısı, ilk defa göz göze gelmenin heyecanı dengede güzel..
İlk öpüşde ilk bakışda ilk söylenen güzel sözlerde denge esas, ne kaba bir koz ne de narin bir yürek kalır içerinizde yanar gidersiniz denge yoksa hayatınızda..
Marmara adası gördüğüm kadarıyla sakin süt liman bir ada, tam emekli tayfasına uygun dediklerinden..
İki saat süren uzun yolculuktan sonra biraz gölgeli biraz da ışıltılı Marmara adasına ulaşıyoruz..
Sabahın serininde dünyaya başka gözlerle bakmak ne güzel, ağlayan çocuklar simit alan yolcular ve kafamın bölük pörçük düşünceleriyle başbaşayım.
Nihayet adaya ayak basmış bulundum, meydanda salaş cafeler kırk yıllık ahbabların çığırtkan seslerinde yeni bir gezegende kayboluyor gibiyim..
Deniz karşımda masmavi lacivert renkleriyle yüzüme gülümsüyor..
Gemilerin biri geliyor biri de gidiyor..
Kırmızı metal kutular denizin üzerinde gözlerimi kamaştırıyor.
Evden uzakta olmak biraz dertlerden kaçmak ne güzel, nefes almaya kaybettiğimi onarmaya kendimi bulmaya ihtiyacım var.
İnsanlar ne güzel ne kalabalık sesler içice geçiyor , beynimin içinde gelişi güzel bir senfoni orkestrası var..
Te şuracığa uzanarak gökyüzünden geçen martıları izlemek istiyorum..
Evi hiç düşünmeden uzakta olmak uzak bir yabancı gibi olmak ne güzel..
Hava çok sıcak limonata kesmedi beni ardından buz gibi suyla devam ediyorum..
Ada da kaç gün kalacağım neler yağacağım hepsi de belirsiz spontane bir tatilin beni beklediği kesin..
Nihayet yorgunluğum yavaş yavaş geçiyor.
Kafam da açılıyor açılmasına ama burada ki yaşam bana öylesine yabancı ki..
İnsanoğlu gerçekten bir akvaryumda yaşıyor, Başka dünyalar da olmak başka insanlar tanımak ürkütücü geliyor belki de simulasyon bir hayatın içindeyiz..
Bu hayat hassas kalpler için bir cehennem özgüvenli insanlar için se tam bir cennet..
Yorgunluk ve uykusuzluk benim en çok dertlendiğim şey, nerede bir uyuyan insan görsem imrenirim sıcak yatağında yatıyor ve yorganını başına çekiyor, loş ışığın büyüsünde Tanrıdan af diliyor..
Uyku bence dünyanın en güzel nimeti hava su ve ekmekten sonra..
En kötü acılar uykuyla azalır, kalp ağrıları uykuyla geçer, çocukken düşüp kanattığımız yaralarımızı en güzel uyku üfleyip püfleyerek yok eder.
Uykuda nezaket var, incelik var ruhun teslimiyeti ve daha neler neler ..
Gündoğan köyünde zeytin ağaçlarıyla kaplı ve denize nazır iki katlı bu sevimli otelimi buldum sonunda..
Deniz kokusunu içime çektiğim ve bu güzelliğin hikayesini dinlediğim bahçede bir yandan bol köpüklü kahvemi içiyor diğer yandan da yaz meyvelerinin tadını çıkarıyorm..
Otel sahipleri aileden kalma bu yere yerleşerek emek verip inanılmaz güzel bir yere çevirmişler..
Her yeri cennetten bir köşe adlettiğim bahçede hamakta uyumak mı istersin, uçsuz bucaksız denize dalıp hayallere mi kapılırsınız artık orası sizde..
Dalgalar usul usul vuruyor denizin kenarına, kocaman bir ağacın altında gölgede planlar projeler hararetli hararetli konuşuyoruz.
Bitmek bilmez enerjimle içimdeki güzellikleri akıtıyorum, Sevgili Mehmet ve eşi Christina^ya..bakınız
Biri mimar diğeri drama dans hocası hem Almanya’da yaşayıp hem de yazları Türkiye'ye gelerek bu harika oteli işletiyorlar.
Adanın bana göre en güzel en marjinal en kimlikli oteli diyebilirim.
Burayı gerçekten çok sevdim hemen odama çıkıp deniz kokusuyla birlikte aylarca uyuyabilirim.
Konuşmalar devam ederken bir yandan da bahçeyi ve oteli gezmeye başlıyoruz..
Öyle güzel bir verandası var ki beni çocukluğumun en dibine götürüyor..
Ordan oraya gezip etrafı incelerken sanat eserleri taş boyamalar
gözüme çarpıyor,
Her gelen bir iz bir anı bırakıvermiş buraya..
Evin ön balkon cephesinde Meksika mimari esintilere rastlamak mümkün..
90’lardan fırlamış dergilerde bulacağınız sarımtırak çocukluk zamanlarına ait evler kült mimari örneklerden kesitler ne güzel..
Ev ve bahçenin mimarisiyle yakından ilgilenilmiş hatta zeytin bahçeleri
arasına kendi özel yaşam alanlarını
serpiştirmişler..
Ben baktıkça
emek gördüm, sevgi gördüm zahmet gördüm..
Severek yapılan her işin sonu çok güzel biraz
yorucu olsa da yapmaya yola devam etmeye değer..
Bahçesi yemyeşil cennetten bir köşe, hem uzanıp
hem de güneşleneceğiniz hamaklar keyif
köşeleri ve tatliş minderler daha ne olsun..
Ortak mutfak alanından nefis kokular burnuma
geliyor.
Mehmet bana biraz adanın genel havasından
kültüründen bahsediyor..
Birbirinden güzel köyleri anlatıyor, Gündoğan, Topağaç, Asmalı , Saraylar, Çınarlı ve mermer ocaklarından acık hava müzesinden bahsediyor..
Hatta öyle ki Gündoğdu köyünde akşam üzeri geleneksel pilav ve kavurma günü olduğunu kaçırmazsam iyi olacağını söylüyor..
Burayı gerçekten çok seviyorum ayrılmak aklımın ucndan bile geçmiyor..
Zeytin bağının içindeki sanatsal atölyeler pür dikkat geziyorum, duvarlardaki özel resimlere parmak uçlarımla dokunup hissetmeye çalışıyorum. Burada harika gün doğumları, meditasyon ve sabahın enerjisinde dans keyifleri yapılabileceğini biliyorum.
Müzik daha şimdiden kulaklarımda çalınıyor...Mozart'ın notalarıyla ritim tutup sohbete eşlik ediyorum..
O an anlıyorum ki ben de böyle bir zeytin bahçesinde salaş bir kır evinde huzuru bulacağım.
Gündoğdu köyünde düzenlenen etli pilavı kaçırmamak için artık yola koyulmam gerek..
Ada öyle güzel ki merkezde yer alan dükkanların şirinliği bir yana en tepeye çıktığımda tüm O güzel manzara ayağıma seriliyor
Ben bu rüyadan uyanmak istemiyorm..
Aracımla yol aldıkça inaılmaz güzel koylar , manzaralar , irili ufaklı takım adalar önümde tek tek diziliyor..
Havada çiçek kokuları, rüzgar poyrazdan hafif hafif esiyor..
Soluklandığım yerden geçip giden gemileri izliyorum.
İçimdeki buhranlı dumanı hemen şuracıkta şimdi içimden atmak istiyorum.
Ruh daraltısı balgamlı bir öksürük gibi sarıyor vücudumu..
Böyle anlarda insan çocuk gibi oluyor yalnızlaşıyor hüzün basıyor ..
Bu dünyada ki yerini daha çok sorguluyor?
Kimim ben nereye gidiyorum? Bu dünyada neler yapıyorum?
Etrafımda
kır çiçekleri rahiyasında sarhoş gibiyim çığlık dursun bir kenarda,
Bu güzel manzara da dönüş yolunda nasıl olsa bekler beni, adanın misafiriyim beni çağıran oydu nasıl olsa…
Elimde avucumda kır çiçekleri oturdum toprağa çiçekleri sayıyorum papatyalar kocaman SEVİYOR çıkıyor yüzümde muzip bir gülüş..
Patika bir yoldan fazla savrulmadan ufak ufak aşağılara doğru iniyorum köyler çok yakınımda. İnanılmaz güzelyüzülecek koylar var yukarıdan bakıyorum çoğu insan kendini denize atmış serinlemeye çalışıyor. Hemen geçiyorum kavurma sırasına offf nasıl güzel bir koku nasıl güzel bir pilav kendimden geçmek an meselesi..
Hem yiyorum hemde birbirleriyle bayramlaşan konuşan insanları izliyorum..
Ne güzel ne sevimliler, yılların birikimi
yüzlerinde ize oturmuş bu ada halkını
çok sevimli buluyorum..
Sıcak ve candan bir atmosfer var bana da keyfini sürmek düşüyor.
Uğultu halinde sohbetler çoluk çocuğun karmaşası küçük balkonlu eski evler sarmış her yeri..
Yanlış bir karenin içinde miyim diye düşünürken tamda olmak istediğim yerde hissediyorum
kendimi..
Çocukluğumdaki bayramları hatırlatıyor bu samimi candan içten insanlar bana..
Üstüne de güzel bir demli tavşan kanı çay içiyorum.
Gözüm bir yandan sohbet edenleri keserken diğer yandan kahvehanenin içini inceliyorum..
Sıra sıra paket paket çaylar, kırmızı öbek metal kutular, bitki çayları ve daha neler..
Yanı başımızda usulca akan denizin yansımaları cama vuruyor.
Mesutluk ve bahtiyarlık o anda etten kemiğe bürünüyor.
Kim olduğumu nereden geldiğimi soruyorlar, tek olmama buraya kadar yanlız gelmiş olmama şaşırıyorlar..
Oysaki tek olarak gezmenin dolaşmanın özgür olmanın ne kadar keyifli olduğunu bilmeyerek..
2. GÜN ADAYI KEŞFE DEVAM
Bir gece daha güzel Ada- art misafir evi otelimde kalarak adanın arka tarafında yer alan köyleri keşfetmeye çıkıyorum.
Hem maden ocaklarını görmek hem buradaki köyleri gezmek için yola koyuluyorum.
Yol boyu çok güzel köylerden geçiyorum, otlanmaya çıkmış inekleri görüyor dere tepe çok güzel köprülerden geçiyorum.
Hava nasıl sıcak anlatamam..
Yolum kır alandan yeşile doğru evriliyor büyük ağaçlar önümü kesiyor..
Öyle ki tam bir yerden geçerken tepeden o şahane koyu görüyorum hemen ucunda da perili köşk dedikleri cinsten bir eve, gözümü kestiriyorum dönüş yolunda buraya mutlaka uğramam şart oldu..
Arabamın arkasında eşyalarım hepsi iç içe geçmiş nasıl bir karışıklıktır anlatamam yola çıkmadan çadır almıştım belki bir çadır kamp alanı bulurum diye..
Her yeri yazlık evler villalar kaplamış adanın ön kısmı nasıl doğal samimi içten geldiyse arka kısmın da ki bu yerleşim yeri de inanılmaz yeni ve modern bana soğuk geliyor..
Yol boyu gördüğüm bir çok harika koy olmasına rağmen malesef denize de giremedim..
Deniz güzeldi güzel olmasına ama üzerinde hafif bir bulanıklık vardı..
Bu toz bulutundan mütevelli içimde ki heves de oracıkta kaçıverdi..
Genel olarak adanın daha temiz olması gerekirken geçen gemilerden mi yoksa bu acımasızca ormanı talan eden mermer ocaklarından mı bilinmez deniz yukarıdan ne kadar güzel görünse de dibine indiğimde aynı güzelliği göremedim..
Saraylar köyü meydanını maden ocakları, değişik türlerde mermer heykeller kaplamış..
Meydan da su çeşmeleri mevcut , mimarisi Saraybosna mimarisine benzer güzellikte..
Dün gittiğim kavurma etkinliğinde çekim yaparken gördüğüm adanın
yerel televizyonu ADA TV ile burada tanışmış oldum.
Üç beş kafadar bir araya gelmiş hatta buraya
yerleşmişler ve adanın yerel sorunlarıyla ilgili çekimler yapıyorlar..
İlgili linklerini buraya bırakıyorum adaya yolunuz düşerse mutlaka tanışın derim.işte burada
Dönüş yolunda size yukarıda bahsettiğim hayalet evin oraya iniyorum inmesine ama yol her yerden kapalı orman içinde uzunca bir süre boğuşarak en sonunda yolunu buluyorum.
Büyük bir arazi üzerinden demir kapıyı aralayarak giriyorum koya..
İnekler sağlı sollu yayılıyor, incir ağaçları ve meyve bahçeleri beni karşılıyor.
Günü birlik gelen birkaç insanla sohbet edip denize girdim ama nedense içimi bir ürperti kapladı köpekbalığı korkum tüm vücudumu sarıverdi ne olur gülmeyin gerçekten bu durum istemsizce yaşandı..
Her zaman denizin görünmeyen bir yüzü olduğunu düşünüyorum.
İnsanoğlunun da görünmeyen bir yanı olduğu gibi..
Sanki lost adasında kaybolmuş bir gezgin gibi adayı arşınlayıp duruyorum.
Samimi sıcak insanların bir bardak çayını içip çocuklarla sohbet ettikten sonra yola koyuluyorum..
Burayı içselleştirdiğim ve yaşadığım zamanı iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum..
Günden geriye göz alıcı ışığın dalga dalga denize vurması ve hayalet evin içinden bana yansıyan kendi yüzümün silüeti kalıyor..
Ben hem her yere hem de hiçbir yere ait değilim.
Dünya denen yeryüzünde ait olduğumuz yeri arayıp duruyorum..
Ayaklarımı yere indirecek topraklanmama sebep olacak şeyi ta ki arayıp bulana değin..
Bu koşturma bu mücadele bu arayıp hep sürecek..
Kalbim ve beynimde bu güzel dünyayı her geçen dün daha
çok korumamız sevmemiz ve daha nazik davranmamız gerektiği hisleriyle ayın karanlık yüzü gibi adanın da sevdiğim öteki
tarafına doğru gidiyorum.
Burada geçireceğim son gecemin farkında olarak zamanı hıza otomatiğe alıyorum.
Şehre yaklaştım her yer ışıl ışıl, insan bu manzara karşısında tatilde olduğun daha iyi hissediyor.
Ada sahilleri gerdanını giymiş nazlı gelin gibi tüm haşmetiyle karşımda duruyor.
Çoğalarak akıyorum kalabalığa, kalabalığın içinde ki güzelliğe, Bir yandan alışveriş yapıyorum. Tazecik el yapımı sepet ve mihaliç peynirlerinin tadına bakıyorum, otları koklayıp sabunlara dokunuyorum..
Saf zeytinyağına köy ekmeğimi bandırıp lezzetiyle sarhoş oluyorum.
Gün yavaş yavaş aydınlıktan karanlığa dönüyor, ada halkı kendini akın akın sokağın cıvıltısına salıyor..
Liman da yer alan balıkçı restaurantlar ağzına kadar dolu…
Müzik yükseliyor, insanlar neşeli birbirlerinin
gözlerinin içine bakıyor.
Kimi elinde dondurma kimi sokaktaki kedileri
köpekleri seviyor. .
Hayat burada tam da olması gerektiği gibi akıp
duruyor.
Dışarda olmanın temiz havayı içine çekmenin
dayanılmaz hafifliği oluşuyor bende..
İyi ki de gece olmadan adanın en güzel müzesini gezmiş olma şansını elde etmişim diyorum.
Tüm dünyaya mermer taşıyan bu adanın bilmediğim bir çok yönlerini böylelikle keşfetmiş oluyorum.
Proje kapsamında Marmara adası müzesinde Ayasofya Camii’nden Süleymaniye Camii’ne, Zeus Sunağı’ndan Kubbet-üs Sahra Camii’ne kadar birçok mimaride kullanılan Marmara mermerine ve bir Mermer Kenti olan Kyzikos’a özel bir bölüm ayrılmış..
Marmara mermerinin yanı sıra Ada Kültürü’nü, Marmara’ya değer katan önemli şahsiyetleri ve müze kuruluş serüveninin anlatıldığı, içinde birbirinden güzel anforaların olduğu arkeolojik ve etnografik eserlerin sergilendiği müzeyi gezmeye doyamıyorum. Avni Jale Özken Marmara Adalar Müzesi işte burada bakınız
Emek verenleri emeği geçenleri tebrik ediyorum..Yaşasın müzecilik diyorum..
Usul usul adımlayarak merkeze geliyorum adını namını çok duyduğum yaşlı balıkçıya uğramamak olmaz..burada
İçerisi tıklım tıklım dolu insanlar coşkuyla sevgiyle sevdayla şarkılar
söyleyip duruyor..
Bana göre adanın en cafcaflı yeri burası
darbukalar havada uçuşuyor insanlar ne bahtiyar burada..
Rezervasyonsuz almıyoruz diyorlar bende pek
meraklısı değilim zaten ama birkaç kare çekmeden de edemiyorum.
Hemen karşısındaki süt liman balıkçıya oturup
kendime harika bir levrek söylüyorum.
Özgüvenli oturup kedileri izleyişim, insanlara gülümseyen hallerim beni benden alıyor…
3. GÜN ADAYA VEDA
Adada son gecemi geçirdikten sonra sabah erkenden
gözlerimi açtım..
Nefis bir kahvaltı sonrası merkezde ki Çınarlı köyün'ki apartlarla
dolu koyları gözden kaçırmışım oraya da bakıp son feribota yetişirim diye düşündüm..
İyi ki de böyle yapmışım adanın koyları nefisti
öyle bir yüzmüşüm ki vapur saatim gelene kadar orada
bolca vakit geçirdim.
Apartlarıyla, uzun devasa ağaçlarıyla şirin bir köy kasabasında denizin tadını
çıkarıyorum.
Hem yüzüyorum kulaç atıyorum iyi yüzdüğümü göstermek istercesine afacan bir çocuk edasıyla o yandan bu yana yüzerek zamanı nasıl geçirdiğimi anlamıyorum..
Hızlı bir şekilde hazırlanarak son feribota yetişmeye çalışıyorum..
Yukarıda atamadığım çığlığında ileri de başıma dert
açacağını düşünerek bıyık altı bir gülüşle kendimi
atıyorum son İstanbul vapuruna..
VEDA NİYETİNE
Yaşadığmız hayat bizim hayatımız olaylardan ders çıkarmamız gerekiyorsa çıkaralım, yoksa hep aynı kısır döngüde takılıp kalmak an meselesi..
Nasıl ki hayatımıza giren her insanın bir misyonu bir öğretisi olduğu gibi gittiğimiz gezdiğimiz tatillerden de mutlaka öğreneceğimiz ilham alacağımız şeyler olmalı..
Öncelikle yeni yerleri görme hevesinizden asla geri kalmayın keşfetme ve yeni insanları tanıma arzumuz hiç bitmemeli.
Enerjisi bize uyan insanlarla daha çok bir arada olmalı onlara şans vermeliyiz kim bilir belki onların aracılığıyla öyle güzel öyle özel şeyler yaşarsınız ki sizi bile şaşırırsınız..
Girişimci ve özgüvenli yapınız sayesinde size açılmayacak kapı yoktur bu dünyada.
İnsanları tanımayı dokunmayı tanırken de derinlere inmeyi deneyin..
Bir duruşunuz bir dokunuşunuz olsun, fayda dediklerinden ortalama iyi niyet göstergeleriniz olsun.
Ama en çok hayatınızı sevin sevin ki nasıl bir hediye aldığınızı her gün hatırlayın...
Avşa yzısını da kaçırmayın Avşa Erdek Kirazlı Manastırı
TÜLİN ÖZKUL MARMARA ADASI TEMMUZ 2024
tulin.ozkul4@gmail.com
Sosyal Medya: madamesavonyolda
İletişim: 0554 994 31 22
Değerli Mehmet ve Sevgili eşi Christina |
Ne kadar güzel anlatmışsınız. Marmara Adası'nı ben de merak ediyorum, acaba bu şahane köye arabasız gidilmez mi?
YanıtlaSilBalıkesir şehrine bağlı bir ada olarak karşımıza çıkan Marmara Adası’na ulaşım yalnızca deniz yolu ile yapılabilmektedir.. Marmara Adası’na ulaşımda birçok farklı noktadan feribot seferi düzenlenmektedir. Balıkesir’in Erdek ilçesinden, İstanbul’un birçok şehrinden, Tekirdağ bölgesinden adaya arabalı vapur hatları ile ulaşım sağlanabilmektedir. Tekirdağ veya Erdek yönünden olabildiği gibi İstanbuldan da ido ile ulaşım sağlanıyor. Ada içindeki köylere minübüsle gidilebilir..
YanıtlaSilAdayı detaylı gezmek isteyenlere araç öneririm ama yok sadece otelde kalıp dönerim derseniz oda olur..Yaya olarak gitmeniz 700-800 civarı ben araçlı olarak gidiş geliş 1300 feribot ücreti ödedim.. Gitmişken biraz kalmanız iyi olur.. Birde kış dönemi feribot seferleri sorunlu olabilir ..Ada da oturmayanlar içinde 30 tl giriş çıkış ücreti isteniyor,kendi yurdunuzda yabancı gibisinz..
YanıtlaSilNe kadar güzel anlatmışsınız. Bu güzel yazınızdan ve tavsiyelerinizden sonra Marmara adasına gitmek şart oldu.
YanıtlaSilTeşekkürler severek isteyerek yazıyorum faydam olursa ne mutlu bana..
Silhttps://www.bilet.com/ido/yenikapi-marmara-adasi-ido
YanıtlaSil