MASUMİYET MÜZESİ / ORHAN PAMUK
"Sana bir şey söyleyeceğim," dedi.
"Söyle."
"Söylediğim şeyi yeterince ciddiye almazsın ya da tamamen yanlış davranırsın diye korkuyorum."
"Bana güven."
"İşte ondan emin değilim,ama gene de söyleyeceğim," dedi. Artık okun yaydan çıktığını,içindeki gizli şeyi bundan sonra saklayamayacağını bilen birinin kararlılığı geldi yüzüne."Bana yanlış davranırsan ölürüm,"dedi.
"Kazayı unut canım ve lütfen söyle artık."
Tıpkı Şanzelize Butik'te çantanın parasını bana geri veremediği öğle vakti yaptığı gibi sessizce ağlamaya başladı.
Hıçkırıkları uğradığı haksızlığa öfkelenen bir çocuğun hırçın sesine dönüştü.
"Sana aşık oldum.Sana çok fena aşık oldum!"
Sesi hem suçlayıcıydı,hem de beklenmedik ölçüde şefkatli.
Ellerini yüzüne kapayıp ağladı.
Orhan Pamuk’un kaleminden Kemal ile Füsun’un 1974’te başlayıp 2000’li
yıllara uzanan tutkulu aşkına şahitlik etmek istiyorsanız tabi ki önce Masumiyet Müzesi kitabını okumakta fayda var derim.
Kahramanlarımızla başlayalım o zaman…
1975'te bir bahar günü başlayıp, günümüze kadar gelen İstanbul'lu zengin çocuğu kemal ile, uzak ve yoksul akrabası füsunun aşk hikayesidir bu yaşananlar.
Orhan kemal masumiyet müzesini yazarken ve müzeyi kurarken, tüm bu malzemeleri biriktirirken ne hissetmiştir ne yaşamıştır bilemiyorum ama kitabı okuduğum andan itibaren hala etkisinden kurtulabilmiş değilim.
Dönem dönem aklıma takılan bu kitaptaki gizemli kadın kimdir?
Orhan pamuk'un kitaplarını okuyanlar bilir, çocukluk onun için çok özel bambaşka bir şeydir.
Eski İstanbul yaşantısı, babasının silüeti, annesine duyduğu derin sevgi, eski İstanbul'un Şişli'nin, Beşiktaş'ın havasından aldığı mutluluk, ve çocukluk anıları her şey onun için çok değerli ve güzel şeyler ifade ediyor, dikkat ederseniz, tüm kitaplarından ve satır aralarından fırlayan bir ergen Orhan Pamuk'un saf temiz duyguları ön plana çıkıyor.
Orhan Pamuk resmen İstanbul aşığıdır bana göre.
İçinde yer alan biraz modern ve biraz ileri gelişmişlik duygusundan kurtulamaz, sanat aşkı ve farkındalık, ergen haller içindeki ben her şeyi yapabilirim muktedir halleri, her ne kadar Tanrıya inanmıyor gibi gözükse de içinde bir yerlerde deli gibi Tanrı'yı arama isteği vardır kendisinin.
Tertemiz bir gençtir bu Orhan Pamuk, tabi onu derinden anlamak için, duygularına tercüman olabilmek için, yazdığı kitaplarda ki satır altlarını ince nüansları yakalayıp anlamak gerek.
Herkes bu hayatta bir kez aşık olmuştur bundan mutlaka eminim.
Ve bana göre de tek his tek gerçek aşk budur, hani ayaklarınızın yerden kesildiği tüm vücudunuzun ateş gibi yandığı, kalbinizin daha fazla attığı tam bir hastalık derecesinde, tutkudur aşk dediğimiz şey..
Altı sene boyunca tamamen kaybolmuş birini aramak, pişmanlık gözyaşı ve büyük bir elem keder içinde yaşamak, içinde ki umudu kaybetmeden bir gün mutlaka kendisini görebilme ihtimalini yaşamak...
Çektiği aşk uğruna yarım yamalak tanıdığı bir aileyle aynı sofrada , yıllarca aileden biri gibi oturmak ne için?
Sadece sevdiğinin küçük bir bakışını yakalayabilme, Füsun'un bir göz işareti, bir hüzün veya coşkunlukla gösterdiği sevinç anlarını hissedebilmek için.
Yeter ama bezdirdi bu aşk beni dediği anda bile, o ulaşılmaz sevdaya sıkı sıkı sarılarak ,tüm ruhu ile bu aşka inanmış Orhan Pamuk, kitapta yazan ismi kullanmıyorum çünkü bu aşkı yaşayan Orhan Pamuk'un ta kendisidir bana göre.
Bu sevgi öyle bir sevgiymiş ki, karşı cinse ait ne varsa tüm eşyalarını tarak , toka bir çift ince küpeyi, laf arasında eyleme dönüşmüş ve orada zamanda çürüyüp gitmiş bir nesneyi bile, ona sahip olamamanın acısıyla dişi kaşınan bir bebek misali kendini bu objelerle avutma isteğinde saklamayı başarmış.
Duyduğu elem aşk'tan sebep; hafif bir parasetomol tadında yatıştırıcı niyetine alıp sakladığı bu objelere anılar , manalar yükleyip , koca yürekli bir adamın büyük bir aşk içinde olduğunu anlatıyor bu hikaye.
Bu hezeyanların tümü saf olarak sevebilme duygusundan ileri geliyor olsa gerek..
Sevmek sınırları zorlamak, sevmek sevmenin getirdiği utançları büyük bir kararlılıkla kaldırabilmek, sevmek aynı hatanın içine binlerce defa düşebilmek, sonunu bildiğin halde aynı romanı defalarca okuyabilmek gibi.
Sevdiği erkeği kendi iç dünyasında hapsedip hem kendine hem de Orhan Pamuk'a deliler gibi aşık olduğu halde, minik minik karakteristik işkenceler yapıp minicik bir mutluluğu çok gördü kendilerine Füsun..
İçinde ki sevgiden, öfkeden, hırçınlıktan büyük dağlar yaratan,kendine ve karşısındakine büyük duvarlar ören bir karakter olarak karşımıza çıktı Füsun..
Aceleci kararların getirdiği acı felaketler, tam mutlu olabilme şansları varken, mutluluk an be an kapılarını çalmışken ölüm meleğiyle karşılaşma anıydı belki kitabın sonunu devleştiren..
Rüya gibi bir büyünün içinde aşkın kara deliğinde kayboluyor.
Ölümün acımasızca ayırdığı bu iki gencin, birbirlerine son bakışmaları, son sevişmeleri, ve İstanbulun çarpıcı güzelliğinin anlatıldığı haliyle..
Son sözü Orhan'a bırakıyorum, gerçek Orhan Pamuk'a, tüm kitaplarında ki baş kahramanın kendisini olduğuna inandığım, benim çocukluğumun da aynı yerlerde geçmesi vesilesiyle, aynı duygulardan geçtiğimize acı çektiğimize sevdiğimize ve özlediğimize inandığım Orhan Pamuk'a..
Bir erkek tarafından anlatılan aşkı, bağımlılığı ya da saplantılı bir duyguyu okumak ve hissetmek istiyorsanız,
‘Masumiyet Müzesi’ sizi bekliyor.
Müzeyi merak edenler için ilgili linki şuraya Masumiyet Müzesi bırakıyorum..
İyi okumalar ve iyi gezmeler…
''İnsanlar bilsin ki, çok mutlu bir hayat yaşadım''
''Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilirdim, her şey bambaşka gelişebilir miydi? Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu.''
"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum."
TÜLİN ÖZKUL 2017 MASUMİYET MÜZESİ
Yorumlar
Yorum Gönder