Ana içeriğe atla

YETENEKLİ HEYKELTRAŞ CAMILLE CLAUDEL HÜZNÜ & THE GLASS OF CLAUDEL


''Akıl hastanesi!
Evim diyebileceğim bir yere sahip olma hakkım   bile yok!
Onların keyfine kalmış işim!
Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi...
Mahsus kaçırdılar beni, onlara tıkıldığım yerde fikir vereyim diye; yaratıcılıklarının ne kadar sınırlı olduğunu biliyorlar çünkü.
Kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim şimdi,yeni filizlenen her yaprağımı büyük bir oburlukla mideye indiriyorlar. 
Bilmiyorum kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettiği hapishane hayatını bana yaşatıyorlar. 
Bütün bunlar Rodin şeytanının başının altından çıkıyor.
Kafasında bir tek düşünce vardı zaten; kendisi öldükten sonra benim sanatçı olarak atılım yapıp onu aşmam...
Bunu engellemek için de yaşarken  olduğu gibi ölümünden sonra da ben hep mutsuz kalmalıydım. 
Her bakımdan başarıya ulaştı işte! Bu esaretten çok sıkılıyorum...
Eve hiç dönemeyecek miyim, Paul?''

Çok çok yıllar öncesinden,  uzak ülkelerin birinde yaşamış, ve  aşkının yükünü  tek başına  omuzlarında  taşımak zorunda kalmış güzel bir kadının  acı dolu  hüzünlü  hikayesidir bu yazdıklarım.. 

19. yüzyıl Fransa’sında bir erkek mesleği olan heykeltıraşlığı seçen Camille Claudel, 1864’te Fransa’nın küçük bir köyünde doğmuştur. 
İlk heykel sergisini 1903 yılında açan Claudel, neredeyse kadınların yok sayıldığı bir dönem de cesareti ve yaratıcılığıyla pek çok kişiyi etkileyip kendisine hayran bırakmıştır.
 Çocukluğunda taş ve çamur gibi malzemelerle ilgilenmeye başlayan Camille Clauduel, Académie Colarossi’de heykeltıraş Alfred Boucher ile çalışmaya başlamıştır.
 (Üstelik O dönemde École des Beaux-Arts’ta kadınların eğitim görmesi mümkün değilken.) 1882’de Claudel, çoğu İngiliz olan ve aralarında Jessie Lipscomb’un da bulunduğu bir grup genç kadınla bir atölye kiralayarak mesleğinde emin adımlarla ilerlerken,  1883’te, bu gruba heykel eğitimi veren Auguste Rodin’le tanışmıştır.
 Rodin’in öncelikle  ilham kaynağı gülen yüzü neşesi en iyi  modeli en iyi arkadaşı ve giderek de  sevgilisi olmayı başaran Camille, kendi yaratıcılığıyla ve el yeteneğini de kullanarak   Rodin’le birlikte oldukları her ana  ilham vererek Rodin'nin eserlerinde  yaratıcılığını körüklemiştir.


Camille'ye göre yaşadıkları çok büyük ve tutkulu bir aşktır. 

Ancak Rodin çok da güvenilir biri değildir.,   
Rodin’in hayatına çok sayıda kadın girmiştir: Çalışmalarında ona yardımcı olan kadın modeller sokak kadınları dönemin ünlü kontesleri güzel çirkin eğitimli eğitimsiz soylu ya da avam… 
Ama içlerinde iki kadının yeri her zaman  bambaşkadır.
 Biri hayatını Rodin’e adayan, onunla birlikte açlığa ve soğuğa direnen alçılarını ıslatan hayatının sonuna kadar ona sahip çıkan ve en önemlisi kadınlara zaafına uzun yıllar tahammül eden Rose Beuret; diğeri ise “Ona nerede altın bulacağını gösterdim belki, ama bulduğu altın kendi içinde…. 

O, anlaşılmamış bir sanatçı!” dediği heykeltıraş Camille Claudeldir.

“Bütün heykellerimde sen  varsın” diyerek onurlandırdığı “bitimsiz ilahem” sözüyle sevdiği Camille…


Camille 1898’den sonraki döneminde, hem bir kadın sanatçı olarak yaşadığı yüzyılı, hem de özel hayatındaki sorunları göz önüne alındığında, pek çok bakımdan yalnız kaldı. 

En büyük destekçisi olan babasını ve yakın dostu müzisyen Claude Debussy’yi aynı dönemde kaybetti, ona büyük bir hayranlık besleyen erkek kardeşi de diplomat olduğu için Çin’e yerleşmek durumunda kaldı.
 Üstüne bir de karşılamakta zorlandığı maddi sorunlar eklendi.
Rodin’e hayatını veren, ama hiçbir zaman taviz vermeyen Camille Claudel ailesi, Rodin ve Paul Claudel’in kararıyla akıl hastanesine yatırıldı.
Hastanede yalnızdı, dönemin ünlü şair ve diplomatı Paul Claudel, Camille’i bir kaç yılda bir ziyaret edebiliyordu.

 Yaşadığı sürece “hiç kimse” olmanın şahane imkanlarından yararlanamayan Camille, bir ölüye duyduğu nefretle, heykellerinden uzakta yaşadığı Neuilly-sur-Marne’daki Ville-Évrard hastanesinde, 19 Ekim 1943 yılında ölerek Monfavet Mezarlığı’na gömüldü.
 
Cenazesine kimse katılmadı.
 
Paul Claudel‘in oğlu Pierre, 1944 yılında Montfavet valisinden halasının mezarının doğduğu yere getirilmesini istedi…
 Fakat artık  ortada mezar yoktu.

 Yaptığı işi “Ben sadece taştaki fazlalıkları atıyorum, geriye heykel kalıyor” sözleriyle anlatan Rodin, dünyanın bütün taşlarını yontarken, Camille’in ruhunu yontamadı… Camille ince fakat yontulmayacak kadar sertti..


Bu kadar başarılı bir heykeltıraşın en verimli çağlarında akıl hastanesine kapatılarak , asimile edilerek yanlızlaştırılarak, o çağın zamanında  acımasızca davranılarak, geri kalan yaşamının  otuz yılını   akıl hastanesinde geçirmesi ve burada yaşadığı ızdıraplı ruh gelgitlerine dayanamayıp   
    ölmesi büyük bir  elem ve kederdir.

Aklının iplerini hayata sıkıca bağlayamayan Claudel ölene dek şu sorunun cevabını aradı:

“Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım?”


“Ben hayatı seviyorum, aşkı, umudu. Ödülsüz olsalar da…”
Camille Claudel



Bir avuç toprağı yoğurmayı bile bilmeyenler.
Duygusuz yavan insanlar.
Bu benim ruhum en kutsal varlığım…
Bunlar çalışma saatleri.
 Ruhumun yandığı saatler.
Siz yiyip içerken, dalga geçerken, oburca tıkınırken, ben heykelimle yalnızdım..
Ve yavaş yavaş akan benim hayatımdı..
Bu toprağın derinliklerine kanımı akıtıyordum…

"Ona altını nerede bulacağını söyledim.
 Ama bulduğu altın kendi içindeydi”
                     Rodin - bakınız

BEN OLSAM,

Öncelikle, madem bu kadar başarılı biriyim, elimin gücünün farkındayım. 
Kesinlikle ülke değiştirmek isterdim. 
Rodin'den olabildiğince uzağa gitmek ve uzaklaşmak mümkünse kaçmak isterdim. 
Böyle acımasız bir aileyle bir daha asla görüşmezdim. 
Sanatımın üzerine eğilip zayıf taraflarımı güçlendirip kimsenin üzerimde hakimiyet kurmasına izin vermezdim. 

Madem aşkı bu denli güçlü yaşadım kalbime gömüp sadece işime hayatıma kendime odaklanırdım. 
Ne Rodinin gölgesi olurdum, ne de ona yardımcı vazgeçilmez eş..
Kendi çizgimden taviz vermeyip gençliğimin güzelliğimin heykeltıraş yönümün tadını çıkartırdım. 
















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

EDİRNE DE BAHAR ŞENLİKLERİ

KAKAVA ŞENLİKLERİ 2023  1.GÜN ANILARI  Okurken dinleyin lütfen:)   ve harika bir youtube videomuzu da buraya bırakıyorum..    *** işte burada *** Selamlar sevgili dostlar ; Bu gezimizde sizlere,  iki yıl arayla katılmış olduğumuz Edirne  Kakava festivalinden izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.  Edirne'ye doğru yola çıkmak her zaman bana iyi gelmiştir. Ayçiçeği tarlaları ve ucsuz bcaksız tarlaları uzaktan görmeyi seviyorum.. Sanki dünyanın diğer ucuna gider gibi hislerim.. Şehir'den uzaklaşmanın keyfi de eklenince değmeyin keyfimize.. İstanbul'dan erken saatlerde yola çıkmış ve yol boyu kahve molaları vermiş durumdayız. Bu lokasyon üzerinde harika kahvaltı noktaları var, hatta isterseniz yanınıza atıştırmalık yiyeceklerle birlikte kamp sandalyenizi masanızı her hangi bir tarlanın içine dahi kurabilirsiniz.. Güneş ışıl ışıl tepemizde, sakin seyran bir hava esintisi yüzümüzü yalamakta.. Sessizlik öyle güzel ki şekilden şekile giren ekilmiş bahçeleri i...

ISLAND OF MARMARA

  A vşa ve Marmara adası her zaman hep merak uyandırmıştır bende..  Bu bayram evde durmaya hiç niyetim yok,  çantamı kaptığım gibi  Tekirdağ yollarına düştüm bile.. Çekmeköy'den Tekirdağ'a ulaşmak hiç de öyle kolay olmadı nasıl bir trafik var anlatamam size.. Sıcak bir yandan beni boğarken  gıdım gıdım ilerleyen   bir yol içerisindeyim.. Nihayet biraz kestirme  yolları keşfedip   araçlı ada feribot da kendimi buluyorum.. Güneş pırıl pırıl sabahın esenliği seri serin yüzüme vuruyor.. Yolcuların kimisi ayakta kimisi de ''minderlerde uyumak yasaktır'' yazan tabela önünde boylu boyunca uzanıyor.   Kimi insanlarsa  bir bardak  sıcak çay içebilmek  adına  sıra bekliyor, hayat böyle  bir galeyan şeklinde gidip geliyor feribot içinde.. Kaptan ve mürettebat ortalarda yok, çay ocağı bomboş terkedilmiş gibi.. Nihayet çay demlendi ve ben kendime nefis bir tost ve çay  söyledim söylemesine ama,  ekmekte pe...

AVŞA ADASI & ERDEK & KİRAZLI MANASTIRI KEŞİFTEYİZ

  Gençliğimden beri adını sık sık duyduğum  ve  her zaman  gitmeyi çok istediğim bir yerdeyim  yani Avşa adasında...  Feribot yolculuğumuz ne kadar uzun sürmüş olsa da  dalgalar eşliğinde süzülerek geçtiğimiz manzaralar hafızalarımızdan silinmeyecek kadar güzel izler bırakıyor.. Bahar'da kapısını araladığımız Avşa adası bizi sukunet içinde karşılıyor..   Toskanayı aratmayacak güzellikte ş araplık üzüm bağları,  boylu boyunca uzanmış geniş  sahiller, el değmemiş kutsal topraklar özellikle bizim gibi bahar da gittiyseniz rengarenk çiçekler gelincikler arasında dolaşır durursunuz.  Bana göre Avşa ada'sının  en güzel sezonu bahar ayları diyebilirim.. Tertemiz denizi ve güzel sahillerinin yanı sıra, pek çok su sporu aktivitesine imkân sağlayan Avşa adası coğrafi yapısıyla da bisiklet turları ve doğa yürüyüşlerine de oldukça uygun.  Ada içerisinde bir kaç tane doğal otel, kamp yerleri ve salaş mekanlar da var.. Bence tatil belde...