TUTKULU ŞAİR SYLVİA PLATH


“Sadece içimde susmak istemeyen bir ses olduğu için yazıyorum.”
– Benim hayatımın amacı ne ve onunla ne halt edeceğim? Bilmiyorum ve korkuyorum.
 Asla istediğim bütün kitapları okuyamayacağım; olmak istediğim bütün insanlar olamayacağım ve yaşamak istediğim bütün hayatları yaşayamayacağım.
 Kendimi istediğim bütün becerileri edinecek kadar eğitemeyeceğim. 
Bunları neden istiyorum? 
Hayatımda mümkün olan zihinsel ve fiziksel tecrübelerin tüm renklerini, tonlarını ve çeşitlerini tatmak ve hissetmek istiyorum.
 Ve korkunç derecede sınırlıyım… 
Uğrunda yaşayacağım çok şey var, yine de anlaşılması mümkün olmayacak kadar hasta ve üzgünüm.”

Sylvia Plath, yaşamı boyunca sırça fanusundan kurtulamamış taze bir ölü ve  aynı zamanda öfkeli, zeki bir şair olarak yaşamını tamamlamıştır. 
Ama her şeyden önce bir kadındır kendisi.
 1932’de Boston’da doğmuştur.
 Kendisi küçükken  daima disiplinli, yetenekli ve çalışkan bir öğrenciydi.
Küçük yaşta  daima mesafeli olan babasını kaybetmiştir.
  Bu ani ölüm maddi sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. 
Eşinin yokluğunda ise anne Plath çocuklarından daima en iyisini istemiştir.
 Bu da Sylvia’nın ruh halinin giderek kötüleşmesine sebep olmuştur.
  Bu ruh hali onu 23 yaşında yüksek dozda uyku hapı alarak intihar etmeye sürüklemiştir.
 Babası ile ilişkisinin sorunlu olması şiirlerinde ‘baba’ imgesine fazla yer vermesine neden olmuştur. 
‘Babacığım’ şiirinde babasını acımasız biri olarak göstermiştir.
 Aslında tüm bu öfke babasıyla ilişkisinin yankısı değil onu erken kaybetmenin de bir yankısı olmuştur.

Plath, hayatının aşkı, ünlü İngiliz şair, yazar ve çocuk edebiyatçısı Ted Hughes ile 1956’da tanışır.
 Hughes, Sylvia için hem bir kaçış ve sığınma noktası hem de çıldırtıcı bir deneyim olacaktır.
 Dönemin en iyi şairleri arasında görülen Hughes ile Plath tanıştıkları yıl evlenirler. 
Evliliklerinin ardından Boston’da yaşamaya başlarlar.
 Plath, hamile kaldıktan sonra ise İngiltere’ye geri dönerler.
 Plath ve Hughes, Londra’da kısa süre yaşadıktan sonra North Tawton’a yerleşir. 
Çiftin, Sylvia’nın kıskançlık krizleriyle başlayan sorunları bu döneme tekabül eder ve ilk çocuklarının doğumundan kısa süre sonra Plath Londra’ya geri dönerek boşanma işlemlerini başlatır.

İkilinin iki çocuğu olur.
 Ancak Ted, Sylvia’yı daima ihmal eder ve aldatır.
 Ted Hughes’la evlendikten sonra Sylvia kendisini yaratıcılık açısından oldukça gerilemiş ve kısıtlanmış hisseder.
 Hayatının aşkıyla evlendiğini zannederken bir anda kendisini evde çocuklarına bakan, dışarıda gezen kocasını bekleyen bir kadın olarak bulur.
62 yılında ilk çocuğun doğumunun ardından Sylvia ve Ted’in arası, ihanet sebebiyle açılır. 
İhanetin başrolünde Assia Wevill yer almaktadır. Şair olan Assia ve eşi David Wevill çifti, 1961’de Plath ve Hughes çiftine komşu olur. 
Ted ile arasında başlayan çekim çok geçmeden bir ilişkiye dönüşür. Hughes’ın aldatmalarından bunalmış olan Plath için bu ihanet bir nevi bardağı taşıran son damla olur.
İkisinin de şair oluşu ilerleyen zamanlarda birbirlerine karşı büyük rekabeti beraberinde getirmiştir.

Bu dönemlerde Sylvia’nın kıskançlıkları evliliğini uçuruma sürüklemiştir.
Sırça Fanus isimli tek romanında yaşamını kaleme almıştır.

Sırça fanus imgesi aslında onun yaşadığı dünyayı kastetmekteydi.
Kadınlığını, intiharlar girişimlerini, acı dolu gençliğini doldurduğu koca bir dünya… 
Yazdığı romanında tazelenmek, yenilenmek gibi kavramlara çok sık yer vermiştir. 

Sylvia zaman ilerledikçe o, fanusun içinde sıkışıp kaldığını fark etmişti.
Fanusun kırılmasıyla   ölmüş olacak  ve  asıl yaşamak istediği hayalinde ki yaşama kavuşacaktı.

”Çünkü nerede olursam olayım –bir gemi güvertesinde, Paris’te bir sokak kafesinde ya da Bangkok’ta- hep aynı sırça fanusun içinde kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.”

Dibi bilirim, diyor.
En büyük kökümden bilirim onu:
Seni korkutur.
Ben korkmam oradan: ben oraya gittim.
Deniz mi içimde işittiğin,
Onun doyumsuzlukları mı?
Yoksa hiçbir şeyin sesi mi, şu senin deliliğin hani.
Bir gölgedir aşk.
Nasıl da yalan söyler ağlarsın ardından.
Dinle: bu onun toynakları: alıp başını gitti, at gibi.

Hayattayken daha çok şair yanıyla bilinen Plath, ölümünden sonra kişiliğiyle ve öz geçmişiyle neredeyse efsaneleşti.
 Bunların ötesinde, hem psikiyatrik tedavilerini, çocukluğunda yaşadığı hüsranları, üniversite yıllarını ve şair kocasıyla gelgitli ilişkilerini yansıtan, hem de oldukça zeki bir genç kadının yeteneğinin emareleri olan öyküleri de sadece “Plath’onikler” değil, iyi edebiyat meraklıları için de gizli bir hazine oldu.
İlk basımı, popüler dergilerde yayımlanmış on üç öykünün derlemesi olarak sunulan Johnny Panik ve Rüyaların Kutsal Kitabı, Plath’tan kalan arşivin tekrar elden geçirilmesiyle ortaya çıkan malzemenin ışığında genişletilmiş ve hem yayımlanmış diğer öykülerinin hem de güncesindeki kurgusal notlarıyla öykü taslaklarının eklenmesiyle Sırça Fanus dışındaki tüm düz yazılarını barındıran önemli bir yapıt haline gelmiştir.

BEN OLSAM:))

Sylvia Plat yerinde ben olsaydım, dahiliğimin ve kariyerimin ayrıca da zeka fışkıran düşüncelerimin farkında olarak, o adamdan ayrılır, başka bir ülkeye taşınır, en iyi psikologdan yardım alırdım. 
Yeni bir iş ve ortama girerek hayatımı sil baştan yaşardım. 

Daha çok yazar, daha çok üretir ve bu artı yönümün avantajlarından faydalanırdım. 
Küllerimden yeniden doğar, çevremdeki herkesin üzerine bir kalem çekerdim..

Kendinize iyi bakın dostlarım, sevgiler hepinize. 









Yorumlar

  1. Bana inanıp inanmamak size kalmış.Düşüncelerimi bir kalıba sığdırmadan içimden geldiği gibi yazacağım şuan. Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum ki gerçekten uzun zamandır okuduğum en iyi blog yazısını yazmışsınız. Yazınız beni bir nebze kederlendirdi. Bir nebzede olsa mutlu etti.
    Kesinlikle Sylvia Plath okuyacağım. Böyle değerli dizeleri olan bir yazarı nasıl daha önce keşfedemedim ki.
    Hayatını da öyle güzel anlattınız ki. Böyle bir edebi dehayı bir erkek neden anlatır ki ?
    Anlayamıyorum.
    Virginia Woolf okudunuz mu ? Kendine Ait Bir Oda adlı kitabını okudum. Virginia da beni derinden etkiledi. Hayat hikayesini biraz okusanız ilginizi çekeceğinden ve belkide bir yazıda virginia woolf hakkında yazacağınızdan eminim. Onunda hayat hikayesi Syliva gibi sonlanıyor maalesef.
    Bu değerli paylaşımınız için müteşekkirim. Saygılarımla. Vesselam...

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Meczup yazar, öncelikle güzel düşüncelerin, derin izlenimlerin ve hayata olan hayranlığın için çok teşekkür ederim.
    Google+ yüzünden bana yazılan mesajları bazen geç görebiliyorum lütfen kusuruma bakmayın.
    Sizin de söylediğiniz gibi Sylvia Plath'ın yaşam öyküsü gerçekten çok üzücü...
    Bugün duyduğum bir söz çok hoşuma gitti, asıl sanatçılar asla ölmezler, Mozartın Bethevon'nun müziğe dönüşmesi gibi yazarımızda edebiyatın içinde sayfalara satırlara duygulara dönüşmüş olabilir.
    İş ki biz yazdığı satır aralarından kendisinden bir nefes bir güzellik bir iz bulalım.
    Wirginia Woolf'u çok duydum..
    En yakın zamanda okumayı çok isterim mutlaka.
    Yeniden çok teşekkür ediyorum, inceliğin ve kibarlığın içinde sevgilerimi iletiyorum.

    Güzel bir bayram dilerim ailenizle, sevgiler.

    YanıtlaSil
  3. Asıl ben teşekkür ederim bu değerli satırları bizlerle paylaştığın için.
    Estagfrullah kusurda ne demek. Google+ nın kapanması çok kötü oldu maalesef. Çoğu blogdaşımı takip etmekte, onlara ulaşmakta zorlanıyorum artık. Hatırladıklarımın yazılarını okuyorum sizler gibi.
    Duyduğunuz söz gerçekten de çok güzelmiş. Her bir satır bizim ruhumuzda ete kemiğe bürünüyor ve yaşayan bir duyguya dönüşüyor aslında. En kısa zamanda okumanız ve yorumlamanız ümidiyle. O teşekkür bana ait. Sizlerinde bayramı umarım çok güzel geçmiştir. Saygılarımla. Vesselam...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

AVŞA ADASI & ERDEK & KİRAZLI MANASTIRI KEŞİFTEYİZ

YENİ YIL GAZELLEMESİ

ISLAND OF MARMARA

METAMORFOZ GÖKÇEADAM

KAMP VE DOĞA YÜRÜYÜŞÜNDE ARA ÖĞÜN / SMOOTHİE ÇEŞİTLERİ

Frida Kahlo'nun Renkli Dünyasında Olmak.