MAKEDONYA ÜSKÜP & AVRUPA GEZİ NOTLARIM-4


Zdravo diyerek selamlıyorum hepinizi ; 

Biliyorsunuz Balkanlar  yolculuğumuz önce Belgras Sırbistan'da başlamış, Kotor ve Saraybosna'ya  evrilmişti..

Yorucu ve bir o kadarda heyecanlı gizemli mini Avrupa turumuz  günden güne daha da keyifli hale  dönüşmeye başladı..

Şu anda gezimizin son gününde farklı bir şehirden , yolculuğumuzun  son rotası  olan   Üsküp şehrinden sesleniyorum  sizlere..

Üsküp Tarihi

Üsküp’te yapılan arkeolojik kazılarda M.Ö. 4. yüzyıllara kadar dayanan kalıntılara bile rastlanmış. Neolitik Çağ ve Tunç Çağları da dahil olmak üzere Üsküp bölgesi yüzyıllardır farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış. 

Kesin bilgi olmasa da ilk yerleşim yeri olarak kullananların Triballi’ler, sonra Paionian’lar, sonra da Dardaniler olduğu söyleniyor. 

Üsküp’ün eski adı Scupi. Makedonya-Roma savaşları ardından bir süre Roma’lıların istilasına uğrayan Üsküp, uzunca bir süre Romalıların evi olmuş. 

Hatta bu dönem ciddi bir göç yaşanmış Üsküp’e. 395 yılında Scupi Bizans’ın hakimiyetine girmiş, Osmanlı’da olduğu kadar Roma İmparatorluğu döneminde de birçok saray, hamam, meydan yapılmış kente. 

Üsküp 1189’da Sırp’ların hakimiyetine geçmiş ve sonraki yüzyıllarda da konumunun önemi dolayısıyla sıkça değişerek başka başka imparatorluklara ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış.

Daha önceden adı Scupi olan Üsküp, 1392’de Yıldırım Beyazıt döneminde Osmanlı’nın hakimiyetine girdikten sonra “Üsküp” ismini almış. Birkaç yüzyıl Osmanlı’nın hakimiyetinde kalmış ve mimari, ekonomik, politik açılardan geliştikçe gelişmiş. Osmanlı-Avusturya Savaşları’nın yaşandığı dönemde Avusturya Osmanlı’nın topraklarını işgal ederken Üsküp de Avusturya tarafından işgal edilen şehirlerden olmuş, hatta bu sırada Üsküp tarihinin en talihsiz olaylarından “1689 Hadisesi” yaşanmış ve şehirde sayısız yer ciddi zarar görüp kullanılamaz hale gelmiş. 

Bu olay sonrası Osmanlı saldırıları geri püskürtmeyi başarmış ama verilen zararlar birçok insanın hayatını mahvedecek kadar kötü olmuş. 1913 yılında Balkan Savaşları sonrası Osmanlı Üsküp’teki hakimiyetini kaybetmiş ve Üsküp’ten diğer ülkelere ciddi göçler yaşanmış. Osmanlı’dan sonra Sırplar Üsküp’ü işgal etmiş ve ülke 1913’te Sırbistan’ın hakimiyeti altına girmiş. 

Sonradan Bulgarlar, Sırplar, Hırvatlar ve Sloven Krallığı’nın hakimiyetlerine giren Üsküp 1944 yılında Yugoslavya yönetimi altındaki “Özerk Makedonya Cumhuriyeti”nin başkenti olmuş. Çok eski değil, 1991 yılında ise Makedonya Cumhuriyeti bağımsız olmuş ve hala Üsküp Makedonya Cumhuriyeti’nin başkenti.

Üsküp gerek tarihi yönleri, gerekse kültürel birikimli dokusuyla sizleri fazlasıyla şaşırtacaktır..

Üsküp, 3000 yıl başkalarının kontrolünde yaşamış Makedonyalıların nihayet bağımsızlığını inşa etmeye çalıştığı yer. 

Daha 1991’de kurulmuş bebek bir ülkenin başkenti olduğundan öncelikler normal olarak şehri nasıl bir cazibe merkezi yaparızdan çok, ülkeyi nasıl ayağa kaldırırız olmuş. 

Daha anca son senelerde ise şehire bir Avrupa başkenti havası katmak için hummalı bir çalışmaya girmişler. 

Dolayısı ile Üsküp için bir turizm merkezi diyemeyiz ancak ülkenin en büyük şehri ve ekonominin bel kemiği. İyi tarafından bakacak olursak, ticari merkez Üsküp olduğu için ülkedeki en güzel otel ve restoranlar burada.

Üsküp’e adım atar atmaz şehrin, devletin yeni soyunduğu şehiri güzelleştirme politikaları ile yenilenen ve dönüşen yüzüne tanıklık edeceksiniz. Şimdiden söyleyelim oldukça heykel içeren planlar bunlar. 

Üsküp heykeller şehri olarak anılıyor. Şehrin işlek olan her yeri heykelle süslenmiş.

 Hatta burada şöyle bir espiri bile varmış; “Makedonya’nın %70’i Makedon, %20’si Arnavut, %10’u da heykel.” Özellikle Taş Köprü ve Makedonya Meydanı kimisi adam boyutlarında kimisi devasa boyutlarda heykellerle süslenmiş. 

Ayrıca bu yeni şehir planlarıyla Vardar Nehri üzerine yeni köprüler ve Arkeoloji Müzesi gibi şık yapılar da yapılmış. 

Bazıları hala yapım aşamasında ve iskelelerle çevrili. Bu hummalı çalışmanın en güzel ürünü bizce şehir ışıklandırması olmuş.

 Hava kararında şehre sihirli bir değnek değiyor ve pasta gibi yanan binaları, köprüleriyle birden şehir başka bir yer oluyor. Üsküp kesinlikle gecesi gündüzünden güzel olan yerlerden.

Kuzey Makedonya’nın başkenti olan Üsküp aynı zamanda ülkenin en büyük kenti konumunda. Şehir neredeyse her anlamda ülkenin merkezi olma özelliğine sahip. Kentin kuruluşunun milattan önce () 4000 yılına denk geldiği tahmin ediliyor.

Üsküp, bizim istanbul'un eski  hali  gibi, burada ki yaşam da  Saraybosna'daki gibi 2'ye ayrılmış durumda.
Şehri ikiye bölen Vardar Nehri üzerinde yapımı 1469 yılında tamamlanan Taş Köprü ya da bilinen diğer adıyla Fatih Sultan Mehmet Köprüsü üzerinden yeni Üsküp'e doğru geçtiğimizde,  Makedonyalıların en büyük kahraman olarak kabul ettikleri İskender bey heykeli bizi karşılıyor.

 İskender'in kendisinin ve  tüm ailesinin heykellerinin  dikildiği bu alan gerçekten çok ilginç..

Şehir tamamen yenilenme telaşı içinde, Osmanlı'dan kalan izler silinerek, Belgrad havasında yerleşim yerine dönmüş durumda.

Meydanda yer alan her heykellerin  ayrı bir hikayesi var..

Doğum, yaşam, aile, çocuk ekseninde tasarlanan bu eserler ziyaretçileri fazlasıyla büyülüyor. 

Şehrin giriş kapısı, ve çevresindeki canlılık gözden kaçmıyor. 

Makedonya'nın  başkenti olan  Üsküp şehri, Vardar nehri’nin iki kıyısına kurulmuş durumda.
 Makedon dilinde Skopje olarak adlandırılan şehir, tarihi ve kültürel özellikleri ile yabancılık çekmediğimiz  bir yer.
1392’de Osmanlı topraklarına katılan şehir, 500 yıldan fazla bir süre Osmanlı egemenliğinde kalmış.
 Şehrin bir yakasında Arnavutlar ve Müslümanlar yaşarken, diğer tarafta Ortodoks Hristiyanlar yaşıyor.
 
Bu nedenle şehrin Eski Türk Çarşısı bölümünde çok sayıda Osmanlı eserine rastlamak mümkün.
 Yugoslavya devletinin parçalanmasıyla ortaya çıkan Makedonya, geçtiğimiz yıllarda bağımsızlığının 20. kuruluş yıl dönümünü (2011) kutlamış.

  O günden bu yana başkent Üsküp tam bir değişim ve dönüşüm içerisine girmiş. 

Az önce de dediğim gibi şehir hummalı bir inşaat ve yeniden yapılanma havasına çoktan girmiş bile. 
Devletin yürüttüğü Skopje 2014 adlı proje ile, şehir turistik açıdan geliştiriliyor, diğer bir deyişle yeniden yaratılıyor.
 
Şehrin dokusuyla örtüşüyormuş gibi görünen şaşalı köprüler, havuzlar ve bronz ve mermer heykeller şehrin her yerine serpiştiriliyor.

Sırasıyla Roma İmparatorluğuBizans İmparatorluğu ve Osmanlı Hanedanlığı tarafından yönetilen şehri Türkler 1912 yılında gerçekleşen Balkan Savaşları sonunda Sırplara kaybetmiştir. Ardından birinci dünya savaşı sırasında Bulgarlar tarafından kuşatılan kent savaşlar bittiğinde kurulacak olan Yugoslavya’nın sınırlarına dahil olmuştur. 

İkinci Dünya Savaşı’nda Bulgarlar Üsküp’ü yeniden ele geçirmesine rağmen savaş sonrasında Üsküp, Yugoslavya’nın bir parçası olarak yükselişini ve modernleşmesini hızlandıran etmen olmuştur.

Her beş kişinin Arnavut olduğu kentte SırplarTürklerBoşnaklar ve Rumenler diğer azınlık gruplarını oluşturuyor.  Balkan dillerinin benzerliği “Türkçe” ise Osmanlı sayesinde uzun yıllar kullanılmış..Birçok kişi bu dillerin birçoğuna kısmen bile olsa bu yüzden hakim. Özellikle nehrin diğer tarafı düşünüldüğünde adeta Türkiye’de gibi hissedeceksiniz.

1963 yılında yaşanan depremde %80’i yerle bir olan kentin şehir planlaması büyük ölçüde 6.1 büyüklüğündeki bu depremden sonra atılan adımlarla şekillenmiş. Gelecekte yaşanabilecek depremlerin olumsuz sonuçlarından kaçınmak amacıyla yoğun popülasyona sahip bölgelerde seyrek yapılaşma sağlanmaya çalışılmış.

2. Dünya Savaşı sonrası Varşova şehrini tasarlayan Leh mimar Adolf Ciborowski Üsküp kentine de tarihin en büyük savaşlarından birinin enkazı altından ayağa kalkabilmesi için ilham veren kişi olmuştur. Ciborowski şehri sosyal aktivitelere göre bölgelere ayırmıştır. Vardar nehri kıyıları rekreasyon alanları için, merkezdeki bulvarların çevresi ise yüksek katlı konut ve alışveriş komplekslerine ayrılırken daha uzak bölgeler bireysel yapılaşma ve endüstriyel kullanıma hizmet edecek şekilde planlanmış.

1963 depremi sonrasında neredeyse tamamı yerle bir olan şehirde bütün planlamayı aslına uygun yapmak çok yüklü bir masrafa neden olmuş..

Öte yandan 2010 yılında Makedon hükümetinin uygulamaya koyduğu Skopje 2014 projesi ile kente Makedon tarihine daha bağlı bir görünüm kazandırmak amaçlanmış ancak maliyeti başta olmak üzere proje pek çok yönden eleştirilere maruz kalmış..

 Skopje 2014 kapsamında pek çok neoklasik yapı, caddeler ve meydanlar, zarar gören çeşmeler, heykeller, oteller, devlet binaları ve köprüler restore edilmiş..

 Proje maliyeti muhalefet partilerinin eleştirilerini haklı çıkarırcasına tahminlerin üzerine de çıkarak 700 milyon doları bulmuş..

 Üsküp sokaklarını arşınladığınızda proje hakkında fikir sahibi olmaya yetecek kadar zamanınızın olacağına inanıyoruz, takdir sizin.

Vardar Nehrinin kuzeyi Osmanlı etkisinde adeta bir Türk kasabasını andırırken, güneyde de yoğunluklu olarak Sovyet etkisinde gelişen toplu konutlar kentin bu bölgesinin karakteristik yapısını ortaya koyuyor. 

 Skopje 2014 projesi ile Slav ve Türk kültürü etkisi altında kalan şehre olabildiğince Makedon bir kimlik katılmaya çalışılmış. 

Ziyaret ettiğinizde sizin de fark edeceğiniz üzere özellikle Vardar nehrinin kuzeyinde Türk kültürünün sokaklardaki baskın yansımasına şahit olacaksınız. 

Buna karşılık proje kapsamında yapılan düzenleme ve inşaatların büyük çoğunluğu adeta nazire yapılırcasına nehrin güneyinde hayata geçirilmiş. 

Dolayısıyla kentin kimlik arayışının sessizce büyüyen bir kültür çatışmasına dönüştüğünü söylemek mümkün.

Küçük olmasına rağmen gezilecek yerler açışından bakıldığında kısa ama dolu dolu bir listesi var. Hem her yer birbirine yakın, hemde gerçekten güzel yerler. 

Türk Çarşısı

Türk Çarşısı her ne kadar hiçbir yabancılık çekmeyeceğiniz kadar Türk kültürünün sokaklara kazındığı bir bölge olsa da uluslararası literatürde “Old Bazaar” yani “Eski Çarşı” adıyla anılıyor. Ankara’da Hamamönü, Eskişehir’de Odunpazarı Evleri, Bursa’da da Cumalıkızık ve Türkiye’den verebileceğimiz sayısız örnekler ile pek çok benzerliğini bulabileceğimiz Osmanlı’dan kalma tarihi çarşı burası.. İçerisinde hanmedresetürbehamam ve cami gibi yapıları da bulunduruyor. 

Çifte HamamMustafa Paşa CamiiSulu HanKurşunlu Han ve Makedonya Müzesi çarşıdaki önemli yapıların sadece bazıları.

Türk Çarşısı olarak geçen şehrin tam göbeğindeki bölge, Türkiye’nin bir prototipi misali yöresel ürünler satan dükkanlar, Türk ve Balkan lokantları, Osmanlı’dan kalma hanlar, hamamlar, kervansaraylar, camiler ve türbelerin olduğu turistik bir yer. 

12. yüzyılda Türkler tarafından kurulduğundan beri şehirin en önemli ticaret merkeziymiş. Bu bölgede hala Türkçe konuşulduğunu fark edeceksiniz.

 Aynısı Türkiye’de de var demeden buraya mutlaka bir iki saatinizi ayırın deriz. 

Taş Köprü

Köprü şehrin iki yakasını birbirine bağlayan bir ana hat olma özelliğini uzun yıllar korumuş. Kimilerine göre köprü “Osmanlı” yakasıyla modern yakayı birbirine bağlarken, kimilerine göre de Arnavutlarla Makedonları birbirine bağlama özelliğine sahip.

Fatih Sultan Mehmed tarafından 1451-1469 yılları arasında yaptırılmıştır. 

Şehirdeki diğer yapılar gibi sık aralıklarla hasar gören köprü en zor günlerini 1555 yılında gerçekleşen bir depremden sonra yaşamıştır. 

1944 yılında ise köprüye Naziler tarafından patlayıcılar yerleştirilmiş ancak patlama gerçekleşmeden önce şehrin ileri gelenlerinin talebi üzerine Almanlar geri adım atmışlar ve köprü bir diğer felaketten kurtulmuş.

 Zaman zaman tadilat altına alınan köprü bu süreçlerde ekonomik faaliyetleri olumsuz etkilemiş.

Taşköprü Üsküp şehrinin simgesi desek abartmış olmayız, Üsküp’ün tam ortasından geçen Vardar Nehri’nin yakalarını birleştiriyor bu köprü. 

Yapımıyla ilgili bilgiler çok kesin olmasa da birçok kaynakta 1450-1470 yılları arasına tekabül eden bir zamanda ve Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa edildiği söylenmiş.

 Diğer bir söylenti de Mimar Sinan’ın mimarlığında yapıldığı ama Osmanlı’dan izler taşıyan bir cami olduğu kesin bilgi.

Köprü bazı yerlerde Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Vardar Köprüsü, Fatih Köprüsü diye geçiyor ama en çok kullanılan ismi tabiki Taşköprü. 12 kemerli, 6 metre genişliğinde olan köprü, seneler boyunca türlü nedenlerden tahribata uğrasa da sık sık yenilenerek hala korunmuş. 

Eskiden Üsküp’te bir yakadan bir yakaya ulaşım için kullanılıyormuş ama 1971 yılında başka köprünün inşa edilmesiyle Taşköprü sadece yayalar tarafından kullanılabilir duruma gelmiş

Makedonya Meydanı

Makedonya Meydanı Vardar Nehri’nin yanında, Üsküp şehir merkezinde Taşköprü’nün dibinde. 

Makedonya’nın en büyük meydanı olduğu için de şehrin ulaşım ağının ana noktası demek yanlış olmaz, birçok otobüs ve minibüs hattı mutlaka buradan geçiyor. 

Ulaşımın dışında insanların eğlenmek için veya alışveriş için de tercih ettikleri bir yer; bir sürü kafe, restoran, sinema, mağaza var.

 Gelen turistlerin yolu bir şekilde kesin bu meydandan geçiyor, gidip özellikle görmeye değecek bir şey var mı derseniz bizce pek yok ama dediğimiz gibi yolunuz düştüğünde şöyle bir görmüş olursunuz. 

Meydanın tam ortasında büyük bir Büyük İskender Heykeli var.

Üsküp Kalesi

6. Yüzyıldan kalma olduğu düşünülen Üsküp Kalesinin adı uluslararası literatürde de “Kale Fortress” olarak geçiyor. Bu durum Türklerin Üsküp için nasıl bir öneme sahip olduğuna örnek olarak verilebilir. Şehrin en yüksek noktasına konumlanmış olan bu kaleden şehri ve Vardar ovasını izleyebilmeniz mümkün.

 Uzun süreler boyunca Roma hakimiyeti altında kalan şehirde kalenin kökleri bir Roma şehri olan Skupi’ye dayanıyor. 

518 yılında gerçekleşen bir depremle aynı konumda bulunan kalenin tamamı yıkılmış. Bizans döneminde tekrar inşa edilen ve Bulgarların saldırılarında tekrar ciddi hasarlar alan kale 1660 yılında ünlü Türk gezgin Evliya Çelebi tarafından da tasvir edilmiştir. 

Rahibe Teresa Evi

1979 yılında yürüttüğü gönüllü organizasyonlarla Nobel Barış Ödülü’nü almaya layık görülen Rahibe Teresa’nın asıl ismi Agnes Gonca Boyacı’dır. 

Aslen Arnavut olan Rahibe Teresa o zamanlar Osmanlı toprağı olan Üsküp’te 1910 yılında dünyaya gelmiş..

 18 yaşında Hindistan’da misyonerlik faaliyetleriyle ünlü Loretto Hemşireleri’ne katıldı. Teresa ismini burada aldı. 1950 yılında Vatikan’ın izniyle Hayırsever Misyonerler’i kurdu ve bu cemaat dünyanın 450 noktasında 4.000 rahibenin bünyesinde bulunduğu bir topluluk haline geldi. 

Bütün hayatını gönüllü faaliyetler peşinde harcayan Rahibe Teresa anısına Üsküp’te doğduğu evin bulunduğu bölgeye hem müze hem de kilise işlevi gören bir yapı inşa edilmiştir. 

Rahibe Teresa Evi’ne girişte herhangi bir ücret talep edilmemektedir.

Arkeoloji Müzesi

Makedonya Arkeoloji Müzesi 6 bin m²’lik 3 katlı bir binaya kurulmuş ve çok eski zamanlardan günümüze Makedonya tarihini aydınlatacak 6-7 bine yakın objeyi görebiliyorsunuz. Aslında arkeolojik ve tarihi anlamda Makedonya için çok değerli bir müze olsa da mazisi çok kısa. 2014 yılında bir proje kapsamında inşa edilmiş. Tarih öncesinden Ortaçağ dönemine kadar farklı dönemlere ait ve o dönemdeki yaşamlarını aydınlatan bir sürü kalıntı var müzede. Arkeolojik kalıntılar, balmumu heykeller, tablolar, eski paralar, mozaikler ve bu gibi objeleri açıklayan videolarla ciddi bilgi edinebilmeniz için iyi hazırlanmış bir müze olmuş. Hatta anlatımlar ve objeler kronolojik bir sıraya dikkat edilerek sergilendiği kafanızda tarihsel gelişim sürecini canlandırabiliyorsunuz. Ayrıca Büyük İskender Lahdi’nin bir kopyasını da görme şansınız olacak. Aklınızda bulunsun, müzenin içinde fotoğraf çekmek birçok müzede olduğu gibi yasak, bu konuda epey hassaslar. 

Hanlar, hamamlar, camiler ve diğer Osmanlı mirası yapılar

Üsküp’te özellikle yapılarda ciddi bir Osmanlı etkisi var, bu yüzden Osmanlı Dönemi’nden kalan bol bol han, hamam ve camiye rastlayabiliyorsunuz. 

Kapan Han, Kurşunlu Han ve Sulu Han Üsküp’ün en eski ve en güzellerden. Osmanlı Dönemi’nde kalma camilerin sayısı ciddi fazla ama tarihi ve mimari açıdan en dikkat çekenleri: Sultan Murat Cami, Yahya Paşa Cami, İshak Bey Cami ve Mustafa Paşa Cami. Osmanlı etkisiyle Üsküp’te bolca kurulmuş bir diğer yapılar da hamamlar, bir zamanlar Osmanlı hakimiyetinde olan birçok şehirde olduğu gibi burada da çokça hamam inşa edilmiş. Yeni Hamam, 4. Murat Hamamı, Davutpaşa Hamamı ve Yahudi Hamamı günümüze kalabilenler.

Matka Kanyonu

Başkent Üsküp’e sadece 15 kilometre 30 dakika mesafede, tüm Makedonya’nın en popüler doğa kaçamağı olan Matka Kanyonu var. Bizce Makedonya’da görülmesi gereken yerlerde 1 numara Ohrid ise iki numara da Matka Kanyonu. İçinden su geçen yemyeşil doğası bir harika. 5.000 hektarlık devasa kanyonda ister kano kiralayarak ister 14 kilometrelik yürüyüş yolundan keşif turu yapın.

Matka Kanyonu, Üsküp’ün yaklaşık 15 km güneybatısında Treska Nehri’nin Vardar Nehri ile buluştuğu alanda yer alır.
Doğa turizmi açısından Makedonya’nın en popüler noktasıdır.
5 bin hektarlık alan kaplayan kanyonun içinde yer alan Matka Gölü, ülkedeki en eski yapay göl olma özelliğine sahiptir.
 1937 yılında gölün üzerine bir baraj inşa edilmiştir.
Matka Kanyonu’nda derinlikleri birbirinden farklı 10 mağara bulunur.
 Bunlardan bir tanesi de dünyanın en derin yeraltı su mağarası olduğu ifade edilen Vrelo Mağarası'dır.
 Mağaranın içinde birçok sarkıt mevcuttur. Mağaranın sonunda biri diğerinden daha büyük iki adet göl vardır.
 Treska Nehri’nin sağ kıyısında yer alan Vrelo Mağarası; “Doğanın Yedi Harikası Projesi” nde de aday olarak gösterilmiştir.
Doğal güzelliklerin yanı sıra kanyonda orta çağdan kalma kilise ve manastırlar gibi tarihi yapılar da yer almaktadır. Bunlar Matka Manastırı, Aziz Nikola Manastırı, Aziz Andrew Manastırı’dır.
 Gelen turistlerin yürüyüşleri sırasında ziyaret ettiği tarihi noktalardandır kanyondaki kiliseler.
Doğa sporları açısından da Makedonya’nın en çok tercih edilen yeridir Matka Kanyonu. Farklı zorluklara sahip rotalarda kaya tırmanışı yapabilir, nehirde kano veya tekne turuna katılabilir veya yürüyüş parkurları boyunca ortaçağdan kalma kilise ve kaleleri keşfedebilirsiniz.

Kanyonda bulunan dağcılık kulübü mayıs ve ekim ayları arasında hizmet vermektedir.
Matka Kanyonu, birçoğu bölgeye özgü olan pek çok bitki ve hayvan türünün yuvasıdır.
 Burada olan bitki türlerinin yaklaşık %20’si sadece Matka’da bulunur. 
Kanyon 77 endemik kelebek türünün ev sahibidir. Kanyonda yaşamakta olan akbaba ve kel kartallar da yasalarla koruma altına alınmış olan hayvanlardandır.

Kanyon’a gelen ziyaretçiler için burada konaklayabilecekleri otel ve gezileri sırasında yemek yiyebilecekleri restoran hizmetleri mevcuttur. http://www.canyonmatka.mk/

 İsterseniz 1 saatlik şip şak tekne turu seçeneği de var. İster günübirlik otobüsle isterseniz de arabayla gelebilirsiniz. Hatta isterseniz kanyonda bile konaklayabilirsiniz. 

YEMEK KÜLTÜRÜ

Makedonya’da köfte yemeden dönmek olmaz, en iyi adreslerden biri de Destan Köfte. Köfteleri çok lezzetli, porsiyonlar da süper doyurucu. 

Genelde köfte sipariş ettiğinizde kızarmış biber ve soğanla getiriyorlar, yanında bol peynirli çoban salatasını da tavsiye ederiz. 

Bu arada Makedonya’nın güzel lezzetlerinden güveçte kuru fasulyeyi de lezzetli yapıyorlar. Fiyatları uygun. Son olarak şunu da eklemekte fayda var, Türkiye’nin farklı şehirlerinde farklı köfteleri tattıktan sonra burdakine ölüp bitmeyebilirsiniz, yine de tatmakta isterseniz şehirdeki en güzel yapanlardanlar

Hepimizin bildiği gibi son yıllarda Türkiye’de bir trileçedir yok gidiyor. Sanki Türk halkı oldu olası bu tatlıyı bekliyormuş. 

Hangi restoranda yeseniz finali hep trileçe yapar oldu. Tabi “tres leches” yani “3 süt” anlamına gelen bu bol sütlü kekin anavatanı Meksika ama okyanuslar aşıp da ülkemize gelmeden önce uğradığı son nokta da Balkanlar. 

Kimi kaynak Arnavut kimi kaynak genel olarak Balkan tatlısı diyor ama en nihayetinde Makedonya da bu tatlıyı yiyebileceğiniz en iyi yerlerden. Üsküp’te ne yapıp edip bir yemeğinizin finalini trileçe ile yapın.

Destan Köfte yukarıda da anlattığımız gibi Üsküp’teki en iyi köftecilerden. Bir porsiyonda 10 köfte var. Yanında kızarmış biber ve soğanla servis ediliyor. Güveçte kuru fasulyesi de meşhur.

Kosmos Destan Köfte’nin rakibi diye geçiyor, biz ikisini de tattık ve bize göre açık ara Destan öndeydi. Yine de kötü bir köfte yemezsiniz burada, fiyatları uygun. Kuru fasulyesi de denenebilir. Köftenin yanında gazoz ya da cacık iyi gidiyor. 

Üsküp'ün yemek ve tatlı kültürü  bizimkilere benziyor; 

Trileçe, Arnavutlar tarafından sahiplenilse ve sözcük kökeni açısından gerçekten Arnavutça’yı işaret etse de, Üsküp’te karşınıza en çok çıkacak iki tatlıdan birisi. 
İnek,keçi ve manda sütü karıştırılarak yapılan, adını da buradan (üç süt manasında) Trileçe, üzerine karamel dökülerek tatlandırılıyor. 
Bugünlerde değişen damak tatlarına uysun diye başka soslarda kullanılıyor ama esası karamel.
 Yemek konusunda son bir not, Hristiyan ve Müslüman nüfus bir arada yaşadıkları için, yiyecekler konusunda bir hassasiyet var. 
Örneğin köftelere domuz eti karıştırılmıyor, herhangi bir ürünün içinde domuz eti ya da yağı karışıksa mutlaka belirtiliyor. 
Kahvaltıdan başlayacak olursak, diğer Balkan ülkeleri gibi, çay içme alışkanlıkları pek yok, kahve içiliyor. 
Ancak, eğer çay tutkunuysanız, çay içmeyince gününüz iyi geçmiyorsa, o zaman size mutlu olacağınız bir tüyo vereyim.
 Eski Çarşı’ya girdiğinizde karşınıza gelen hafif yokuş yolu dümdüz çıkın, karşınıza bir kahve gelecek. 
Hem ekip, hem patron Türkçe biliyor, hem de mis gibi demleme çay bulmak mümkün, üstelik çay 10 Denar.
Üsküp’te geniş bulvarların yanında ıhlamur ağaçları var. 
Şehir mis gibi ıhlamur kokusu içinde dingin ve huzurlu. 
Bir Türk olarak kendimi evimde hissettiğim, kültür şoku yaşamadığım bir kent burası. 
Her gelişimde afiyetle yediğim cevapcici ise bu şehrin güzelliğine anlam katan bir lezzet.
TÜLİN ÖZKUL MAKEDONYA ÜSKÜP 0554 994 31 22 








                                      

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

AVŞA ADASI & ERDEK & KİRAZLI MANASTIRI KEŞİFTEYİZ

YENİ YIL GAZELLEMESİ

ISLAND OF MARMARA

METAMORFOZ GÖKÇEADAM

KAMP VE DOĞA YÜRÜYÜŞÜNDE ARA ÖĞÜN / SMOOTHİE ÇEŞİTLERİ

Frida Kahlo'nun Renkli Dünyasında Olmak.